5 Ağustos 2015 Çarşamba

Mevsimler değişiyor, bunlar Vivaldi'nin dört mevsimleri gibi değil, dinlendirici olamıyorlar hiç.

                                                               Tezer Özlü ...

Zaman uçuyor ve sadece bir kere geliyorsun diyorlar buraya doğru mu bilmiyorum ama her günü yarın ölecekmiş gibi yaşamayı nasıl başarabiliriz ki ?
Denedim bunu ama sistemin herhangi bir yerinde herhangi bir belgesinde adın geçiyorsa, tüm sokaklarda kameralar , adım başı zorbalığı benimsemiş yasaların onlar için geçerli olmadığını bilen şımarık kolluk kuvvetleri varsa yarın ölmek için çok erken olduğunu düşünüp vazgeçtım bu denemelerden.Özgürlük bir hayal sadece olabildiğince fantastik,masum bir çocuk rüyası.

Etrafını incele , gördüklerin ne ? Neyi çağrıştırıyor çöpün yanında bile bile yerde patlatılmış kırık şişe parçaları? Kaldırımda gördüğün kusmuğun hikayesi ne peki ? Sarhoş bir genç kızın ayakta kalmak için verdiği mücadele mi yoksa yeni yetme bir oğlanın acemice kendini alkolün kontrolüne bırakması mı ?
Attığım her adımda senaryolar var , dışarıda benimkinden farklı milyonlarca yaşam var ve sana kimin dokunacağına sen karar veremiyorsun.
Beynim kırk parça ve bu yorucu.
Daha az düşün , lüzumsuzca sorgulama hayatı hayatları ve gül dediklerinde ne diyeceğimi bilemiyorum.
Onlara haklısın demekten başka bir çıkış yolu yok gibi. Sıkıldım yazmaktan bir hastanede bana tahsis edilmiş bir odada tüm gün oturmamı istiyorlar şimdi ne kadar bunaltıcı olduğunu tahmin edemezsiniz.O kadar sıkıldım ki 3 yıl sonra bir blogumun olduğunu hatırladım tabi üç yılda sadece üç yüz kişinin okuduğu bir blog ...
Eğer denk gelir de bu yazıyı okursanız sadece bunu hatırlayın :
Başınızı belaya sokmadan , hayatı harfiyen iyi yaşamaya çalışın

                                                                   
                                                                                                   O.Can

2 Ekim 2012 Salı

Zehir

Birazdan parmak uçlarımızın değeceği toprağı ,
Kirleten sefil şarlatanlar...
Zaman sahte bir akış halinde ,
Oyun tüm kartlar açılana kadar devam edecek ,
Orgazm olurcasına mutlu olacak ,
Kazanan talihsizler...
Daha çok yalan isteyen,
İhanete doymamış asalaklar...
Hükümetler,
Açlar,
Koloniden dışlanmış kimsesizler,
Çocuklar ve orospular...
Hepimiz zehirliyiz, hepimizi zehirlediler ...

19 Temmuz 2012 Perşembe

Heyecan Yok

Heyecansızca labirentin içinde köşelere çarparak ilerleyen bir pinpon topu gibi yürüyorum sokakta.İlham veren insanlara , tutkularımı hatırlatan duygulardan uzaklaşıyorum.Zaman tahmin ettiğimden daha mı erken hızlandı acaba yoksa ben mi ağırlaşıyorum zaman karşısında.Adım adım düşünceler geçerken zihnimden , bir anda sıralanıyor tüm boktanlıklar.Sonra son günlerde ağzıma takılan yüreğime takılan  yegane laf  ; bu ülkeyi , bu şehirleri seviyorum ama burada yaşamayı sevmiyorum... Başka zamanları başka insanları merak ediyorum , mesela Efes ya da 1920 lerin Paris'i ...
Biri deniz kenarına kurulmuş muhteşem mimarisiyle kültürlerin kesiştiği, cilalı taş devrinden , İskender dönemine uzanan bu kentte çırılçıplak dolaşıp sarhoş olarak belki kumral bir hatunla takılabilirdim... Ya da 1920 lerde Paris...Kentin daracık taş yollarında birbirinden tuhaf sanatçıların etkisinde ki bu  yerde yaşamak . Tüm evren gizli bir dokunuşla salt bir kitlenin etrafında dönüyor , parmaklarım yumuşaklığından orgazm olurken gökyüzünün, boyun eğmeden , olabildiğince özgür , çılgın ve sansürsüzce yaşamı sanata alet etmeyi isterdim ya da ne varsa hepsini çılgın bir ressam gibi birbirine karıştırmayı...Başarılı olmak umrumda değil .

Sosyalizmin ardında bıraktığı enkazı fırsatçılıkla evirip çevirip kölelerin sırtından yükselen modernizme çeviren kapitalizmin çöküşü ve modernizminde şu anda bu yolda hızla ilerliyor olması insanları uyandıracak mı bilemem ama aslında açgözlülüğünün kurbanı insanoğlunun çektikleri tümüyle aşağılık ruhlarının hakettiği olaylar.Herşey çöktüğünde tüm bu adlandırmalarla içi boş yaşam biçimleri ortadan kalktığında geride kalacak olan heyecansız , aynı filmleri izleyip aynı yemeklerden hoşlanan, belki de tümüyle aynı zevklere sahip sıradanlığına çeşitli bahaneler tutturmuş insanlar olacak ama bu benim hayalgücümden öte birşey değil farkındayım...


Kalıpların dışında bir varlık olduğuna inanırım zihinlerin , kelimelerin,notaların ve  sahnelerin ...Birbirini becermekten ileri gidemeyen ulusların sahte diplomasisini izleyerek geçen günlerin içinde heyecanımı körükleyecek birşey bulamamamın nedenini anlayamıyorum ?

Sıkıldım bu kısır döngüden sussan nereye kadar , şarkı söylesen nereye kadar ? Kimse hissetmedikçe , kimse duymadıkça kimseyle paylaşamadıkça gerçekten varlığının bir manası olacak mı ?

24 Nisan 2012 Salı

Olan biten neyse oldugu gibi ...

Bunaltıcı kalabalık içerisinde gözlerin içerisine dimdik bakıyorum sadist bir röntgenci gibi , iğreniyorum zorlukları yaratanlardan ...Yatağımdan kalkmak istemiyorum şarabım bitene kadar devam sonra bira ama dur bir dakika senin bir statün yok mu dostum ? Hani o hayranlık uyandıran insan olma arzuların sıkıcı ilişkilerde laf ebelikleriyle eğlencenin dozunu kendine göre ayarladığın zamanlar hissettiklerinin bir önemi yok mu ? Becermek istiyorum bu fena halde kıstırılmış ruhları , çözümsüzlükten geberircesine nefes almaktan bıkmıyor piç kuruları ... Kafamın iyi olması dışında umursamıyorum diğerlerini tam olarak şu anda , onların da benimle ilgilendiklerini sanmıyorum zaten tüm bir ruhun sıradışı olma denemelerinde kaçıncı tekrar çekim bu  muamma ama biraz daha yaklaşıyor gibi herşey ...Külliyen yalan olsa da sevgilerin uzaklaştığı zar zor dakikalara iliştirilmiş kısa konuşmalardan ibaret kardeşlikler, aşklar ve arkadaşlıklar...Hani ortak heyecanı yaşadığımız maceralar .Anlatmak istediğim ne bilmiyorum , aşkı mı , eğlenceyi mi yoksa klişe dramları mı anlatmayı arzuluyorum ? Umursamazlığın doruklarında , kendimi dinlemeyi istiyorum ve beğenilmese de yazdıklarım , çaldıklarım , konuştuklarım ve hatta hissettiklerim mutluyum sadece tek eksik yumuşak ellerden akan sıcak kakao tadındaki o şefkat.Bunu şu an tenimde hissetmeyi istiyorum dostum testosteronun bana yaptığı bir kıyak işte ... 

Yazılanların edebi bir değeri yok , hatta hiçbir şekilde önemi yok hissedilenler bunlar , olan biten neyse olduğu gibi ... Yalın , samimi ve naifçe tadılan duyguların ortaya karışmış , sokaklara düşmüş yalnızlık hali bunlar ... 

C.B.

20 Nisan 2012 Cuma


Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuşturve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır.Hani ağzınla kuş tutsan 'Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?' diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin. İki ucu keskin bıçaktır bu işin...Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman... Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, 'Ama senin için şunu yaptım' derken o, 'şunu yapmadın' diye cevap verecektir ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. 'Peki o ne yaptı' deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak İçin uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zaman ki gibi yaşayacaksın sen. 'Acılara tutunarak' yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana... Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası...
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asıl olan yürektir. 'Yürek sesi ne?' bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu... Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

Nazım Hikmet RAN

14 Nisan 2012 Cumartesi

Henüz okulların soğuk sıralarında kıç büyütmüyorken çocukluk sefasıyla büyük bir iştahla yenilen mutlu kahvaltıların yoldaşı ...

12 Nisan 2012 Perşembe

Masanın üstünde parmaklarıma dokunan beyaz kağıdın merhameti ve şefkatine sığınıyorum.Yeniden duyuluyor o heyecanlı sesler , ne temasal bir doğruluk hali  bu , ne de satın  alınmış bir soyluluk...Korkak gölgelerin erişemeyeceği bir duygusallık ...Zorluklarla yıkanıyor hissettiklerimiz , sertçe vuruyoruz ayağımızı toprağa , öfkeyle duymayı arzuladığımız gürültüyü susturuyor toprak ...Öngörülmemiş buluşlar , satılık duygu tapınakları , omzumdaki kambur hayaller...Korkulukları yıkılıyor hafızamızın , dayanılması güç azgın rüzgarlar köklüyor tüm anıları ... Ayağa kalkıp direnmemiz gerektiği an da gecede diz çökmüş ışıksız bir dinlenişin esaretini yeğliyoruz .Düşlerin kıyısında güvendeyiz şimdi ...

Kurtuluş umudu tükeniyor , tanrı dikkatle izliyor soluk alışımızı, ürkütücü bir şüpheyle dolu kalbimiz ya bu  basit oyunda başarısız olursak ?
Dokunuşlarımız hırçınlaşsa da şımarık bir çocuktan farksız ruhumuz , gözlerimize yalnızlığın kokusu sinmişken dilediğin kadar takıp takıştır eğlenceleri ruhuna ...
İnandığınız yüce zekanın çıkışı bulması olası mıdır ? Amansız bir mücadelenin ortasındayız dostlarım ...

C.B.